Skip to main content

Posts

Kitle İletişim Kuramlarında Güçlü Etkiler Paradigması: Walter Lippmann ve Kamuoyu (Ft. Platon ve Kant)

Kitle iletişim kuramları içerisinde iki tane paradigma vardır: Güçlü etkiler ve sınırlı etkiler.  Güçlü etkiler paradigması, adından da anlaşılacağı üzere, medyayı "oyun kurucu" ya da "fail" olarak görürken, izleyicileri “pasif alıcılar” olarak konumlandırır.  Bu hâkim uzlaşıya tepki olarak gelişen sınırlı etkiler paradigması ise, izleyicilerin o kadar da pasif olmadıklarını, yeri geldiğinde muhalif okumalar da yapabildiklerini, hatta bazen dolaylı da olsa, medyanın içeriğini şekillendirebildiklerini öne sürer. Biz bu yazıda, 1920’lerde başlayan, 1930’larda güçlenen, 1940’larda ise etkinliğini yavaş yavaş yitiren güçlü etkiler paradigmasını konuşacağız.  Bu paradigmanın en önemli temsilcilerinden biri, Amerikalı yazar Walter Lippman'dır.  1889 yılında New York’da doğan Walter Lippman, “Public Opinion” (Kamuoyu) adında bir kitap yazıyor. Bu kitap Amerika'da öylesine ses getiriyor ki, kimileri tarafından modern iletişim araştırmalarının başlangıç noktası,

Bağımlılık Kuramı, Suskunluk Sarmalı Kuramı, Kültürel Göstergeler ve Ekme Kuramı (Güçlü Etkiler Paradigması)

Medya Bağımlılığı Kuramı, Amerikalı bir sosyal bilimci olan DeFleur ile Kanadalı bir sosyolog olan Ball-Rokeach tarafından 1970'li yıllarda geliştirilmiştir. Bu kuram, medya-izlerkitle, toplum-medya ve toplum-izlerkitle etkileşimlerine odaklanır ve her bir unsurun diğerine bağımlı olduğunu ima eder. Bağımlılık Kuramının öne sürdüğü temel argümanlar şunlardır: 1. İnsanlar; yiyecek, korunma, çalışma, ulaşım, siyaset, eğlence ve aile hayatıyla ilgili birçok konuda karar vermek amacıyla enformasyona ihtiyaç duyarlar. 2. İnsanlar, geleneksel toplumlarda, hayatın benzer yollarını takip etmeye yatkındırlar ve büyük ailelerin sözlü iletişimine, arkadaşlıklara, uzun dönemli komşuluklara ve ihtiyaç duydukları enformasyonu elde edecekleri diğer sosyal ilişkilerine bağlıdırlar. 3. Öte yandan kentsel endüstri toplumları, dışarıdan ve içeriden büyük göç almaktadır. Bu nedenle buralardaki toplum yapılarında; ırksal, etnik, mesleki ve ekonomik bağlamlarda büyük farklılıklar bulunmaktadır. 4. B

The Sociology of Earthquake Victims (Gramsci, Althusser, Derrida, The State, The Civil Society and Looters)

Hello to all of you, dear sociopaths. We are going through very difficult times as a country. First of all, I wish God's mercy to those who lost their lives in Maraş and Antep earthquakes, and I wish patience to their relatives. I mostly followed the news and took some notes. Today, in this broadcast, we will try to draw a sociological and psychological portrait of the earthquake agenda . In addition, just like Hannah Arendt, we will think without a handrail. In other words, without leaning on any dominant discourse, we will think as if we are the first to think about this issue. First of all, let's talk about the issue of "Where is the state?" As you know, in the first 48 hours after the earthquake, in the most critical period, people at the rubble shouted this sentence desperately. Then, on the following days, many sober-minded opinion leaders kept repeating: "Where is the state? Where is the state?" I'm not saying this to criticize anyone, but if

You are the system! (Anthony Giddens, René Descartes and the Modernity)

Hello to you all, dear sociopaths. I am here with a new episode and a new microphone.  In our last broadcast, we made a small introduction to Giddens' sociology . More precisely, we tried to understand the British sociologist Anthony Giddens in the context of the individual, system and structure.  What did Giddens say, to remind you very briefly?  The structural properties of systems are never stable. On the contrary, systems are dynamic formations and are constantly changing. Let's not even call it "changing". Systems are constantly reconstituted.  Take the education system for example. Many of us, in our daily lives, keep saying "The education system must change". Educators, in particular, get angry with their naughty students every day and say in the teachers' room:   "What a terrible system! Some students should not even be allowed to enter the school! According to PISA, Turkey ranks last in understanding what is read. Did you know that!"